11 Aralık 2010 Cumartesi

Fas izlenimleri ve Restaurant Dinarjat Rabat - Impressions from Morocco and Dinarjat Restaurant in Rabat

Daha önceki postta, Fas'tan çok etkilendiğimden ve izlenimlerimi yazacağımdan bahsetmiştim. Bu kadar az gezebilmeme, yemekleri sevmeme rağmen Fas’ı neden bu kadar sevdim anlatayım. Çünkü Fas, tıpkı İstanbul gibi, Beyrut gibi bir geçiş coğrafyası. Zaman dilimleri ve kültürler arasında yolculuk edebileceğiniz bir yer. Bir yandan Arap, Müslüman diğer yandan Berber, Endülüs, Fransız; bir yanı Akdeniz, diğer yanı Atlantik, çöl, Afrika… İşte bu yüzden ben Fas’a geri gitmek; Marakeş, Fas her yeri gezip, güneye inip dağ, çöl ne varsa keşfetmek, yemeklere bayılmasam da sevdiğimi bulana kadar her şeyin tadına bakmak istiyorum.
Gitmeden önce en büyük korkum dildi, yıllardır Fransızca tek kelime etmemiştim ve Rabat'a baştan aşağı Fransızca bir konferansta sunum yapmaya gidiyordum ve konuyu çok iyi bilmeme rağmen hazırlanacak fazla vaktim olmamıştı. Önce sevgili arkadaşım Ş.'nin yardımıyla yazdığım parçalı bulutlu, yarı Fransızca, yarı İngilizce metin kendine geldi. Uçak yolculuğu sırasında da, bana ilham gelmiş olacak ki, metini birkaç kere gözden geçirip gerekli düzeltmeleri yaptım, biraz sakinleştim. Trenle Casablanca'dan Rabat'a ulaşım çok rahat. Gardan otele gelirken beni hem olması gerekenin iki katı para isteyerek kazıklayan, hem de paramın üstünü vermeyi reddeden taksi şoförü dışında her şey mükemmeldi. Organizasyon çok düzgün, insanlar çok kibar, sunum iyi geçti, beynim Fransızca konuşmaya alıştı, kısaca her şey harikaydı.
Bu yazının konusu Dinarjar isimli restorana varmadan, kendi çapımda küçük bir macera yaşadım, onu paylaşmak isterim. Konferansın son günü: akşam, karanlık, tek başınayım demeden Rabat eski şehre koştum. Hedefim eski şehirde biraz dolandıktan sonra haritadan yerini işaretlediğim Dinarjat restorana gidip, grupla beraber yemeğe katılmak. Hızlı olsun diye otele dönerken yürümek yerine otobüse binmeye çalıştığım için bir fasıl kaybolmuştum zaten. Tekrar kaybolmayayım diye yine yürüme mesafesinde olan şehre taksiyle gitmeye karar verdim. Anladım ki, Rabat'ta taksiler dolmuş usulü çalışıyor. Her el edene durup benzer yöne giden yolcuları topluyorlar, sonunda ilk binen taksimetrede ne yazıyorsa onu ödüyor, diğerlerinin ücreti ise ondan biraz az olacak şekilde ayarlanıyor. Bir yandan, taksi çok ucuz 15 dakikalık yola, 1,5 Avro ödedim. Böyle indi bindili bir taksi yolculuğundan sonra "rue des consules" denilen derici, çantacı halıcıların olduğu sokağa ulaştım. Amacım cebimde kalan dirhemleri yalnızca ertesi günün taksi parası kalacak şekilde harcayıp bitirmek. Rue de Consules bizim Eminönü'nün arka sokaklarını andıran dar, dükkânların ışığı olmadan karanlık, uzun bir yol. Ben oraya gittiğimde dükkânlar kapanıyordu, çöpler dışarı atılmaya, mahallenin çocukları sokaklarda top oynamaya falan başlamıştı ve değil tek turist, etraftaki tek müşteri bendim. Neyse olmadı biraz gezip, yol üzerindeki bir restoranda oturup bir şeyleri içerim diye planladım. Ama alışveriş sonrası restoranı bulamayıp tekrar kaybolduğum için buna gerek kalmadı. Burada fazla bakınma seçme fırsatım olmadığından birkaç parça hediyelik eşya ile yetindim. Bir de özelliksiz ve çalışmadığını fark ettiğim bir nargileye para vermiş bulundum.
İkinci kayboluşumda yanımda genç arkadaşım Muhammed de olduğundan çok şanslıydım ve pek korkmadım. Alışveriş yaptığım dükkânda çalışan Murad, önce sakın kimseyle konuşma dümdüz yürü git dedi. Ben bir şey olmaz diyerek oralı olmadım ama beni yalnız göndermek içine sinmediği için dükkânın çırağı 15 yaşlarındaki Muhammed'i yanıma taktı. Muhammed beni önce Casbah Oudayas denilen sur içindeki bembeyaz mahalleye götürdük. Burası eskiden korsanların yaşadığı, nehre tepeden bakan bir yer. Nehrin diğer tarafında küçük ve şirin olduğu söylenen Sale şehri var. Biz kapkaranlık yerlerden geçtikten sonra, Casbah sokaklarında bir tur attık, fotoğraf çektik. Restoranın oranın arkasında olduğunu düşündüğümüzden biraz kaybolduk. Neyse ki, sonra ise ana yola geri dönüp, bir otele sorup Dinarjar’a giden sokağı bulabildim ve Muhammed’e teşekkür edip, onunla vedalaştım. 
Rue de Consules Murad ve Muhamme'in çalıştığı dükkan

Casbah

Dinarjar eski şehrin daracık sokaklarının arasında bir yerde, istesem de tam yerini tarif edemem. Zaten sokağın başında restoranın amblemi ile beraber, bir rehber bekliyor ve restorana gidenlere eşlik ediyor. Sağ, sol, tekrar sol vs. derken büyük tahta bir kapı önünde buluyorsunuz kendinizi. Rehber kapıyı tıklatıyor, Dinarjat o kapının ardında. Eski konağın avlusunda yemek yediğinizi düşünün, tavan penceresi açık. Ortam etkileyici, antre ve ana yemekler ise idare ederdi. Fas yemeklerini bir türlü sevemedim zaten. Yemekten sonra ise bizim güllacı andıran üstü kızarmış ve badem parçalı nefis bir tatlı geldi (-pastilla au lait et aux amandes-). Servis geleneksel kıyafetler içindeki siyah kadın ve erkekler tarafından yapılıyor. Siyah köle, beyaz sahip ikilemi rahatsız olsa da, içimden ne gereksiz diye geçirsem de, o insanlar herhangi bir restorandan çalışan garsondan farklı değiller. Bunu düşünerek kendimi rahatlattım, çekinerek izin isteyip fotoğraflarını çektim.
Dinarjat oldukça turistik, otantik mi otantik keyifli bir mekan. Maalesef tatlı dışında tavsiye edebileceğim, bayıldığın bir yemek yoktu. Hatta midemin bozulmasından korktuğum için her şeyden çok az yedim. Kuru kayısılı, incirli, zeytinli tavuk fena değildi sanki… Fiyatları bilmiyorum ama ucuz olmadığını tahmin edebiliyorum. Bütün bir akşam geçirmek için, otantik, rahat, temiz bir Fas restoranı arayanların dikkatine!



This post is long and I will do my best to cut the English version short enough. I am so very much impressed by Morocco. Although I was there for a conference and stayed there rather short and did not really visit much. I think this is because Morocco is a crossroad just like cities like İstanbul and Beirut are. You have Islam, Arab, Berber, French, African, Mediterranean and Atlantic all at once. This is why I am looking forward to go back to Morocco and discover every bit of it.
I attempted to take a short talk in the old city, by night, all alone. Luckily, I befriended the shopkeeper Murad working in Rue des Consules and his novice Muhammed who took me to Casbah des Oudaya and kept my company on the way to the restaurant Dinarjat where the whole group was invited by the organizers. After a little bit of adventure by getting lost, I made it to the restaurant. In fact, Dinarjat is situated somewhere in the narrowest streets of the town. On the main street to the restaurant, there is guide taking you to there. It is an old, Andalusian big house where the courtyard with open ceiling (it closes down in bad weather) is turned into a diner with special room around.
The food was, as expected, not my favourite. It was not too bad either. I really enjoyed the almond desert  -Pastilla au lait et aux amandes-. The waiters and waitresses are black women and men dresses in traditional clothes. Although I was uncomfortable with this master/slave metaphor which was futile in my mind, I tried to remind myself that they were on wage labor like any other person waiting tables in other restaurants.
All in all, the atmosphere was impressive, the place authentic, chic and neat. The prices seemed a bit more than the rest of the town but Dinarjat seems like a good choice to spend an enjoyable night out in Rabat.    
waiters/ servis elemanları

başlangıçlar/ starters

anayemekler / main dishes

bu tabaklardan istiyorum / I want those colorful plates


tatlı çok leezetliydi /desert, simply delicious
evet, tuvaleti de çektim/ yes, the restrooms


2 Aralık 2010 Perşembe

Ankara ve Laterna: Keyifli, temiz ve leziz

Kimilerine göre sıkıcı, kimilerine göre sıradan memur kenti. Ben izlenimim ise, Ankara hem büyük şehrin nimetlerinden faydalanıp, hem de sakin bir hayat sürdürülebilecek bir yer. Son yıllarda Ankara’ya hep resmi işler için kısacık ziyaretler yaptım; konferans, sınav, mülakat…
Son seferde ise çok sevdiğim eski bir dost beni Laterna’ya götürdü. Şipşirin, çok zevkli, canlı müzikli ama yine de sakin kalmayı başaran bir yer. Yunanlıların taverna dedikleri yerlerden… Uzun, derin, neşeli muhabbetler için ideal!
Menü ve ortam Ankara ile fikirlerimi doğrulattı: Şehrin ortasında Akdeniz’den bir köşe bulmak mümkün, Akdeniz’in tadı, tuzu, sohbeti, müziği Laterna’da J

Biz roka salatası, meze olarak humus, deniz börülcesi ve fener balığı söyledik. Ortamın sıcaklığından, sohbetin koyuluğundan sanırsam, ben bir ufak birayla, G. suyla (evet H2O) çakır keyif olmayı başardık.

Fiyatlar da makul, lezzetler ortalama üzeri. Ben hem çok güzel vakit geçirdiğimden, hem Akdeniz mutfağından olan zaafımdan, hem de samimi ortamından ötürü Laterna’yı çok sevdim.

Ankara and Laterna: Cosy, neat and delicious

 
For some, Ankara is a boring and ordinary town of civil servants. My impression has always been that it is a place where one can enjoy the benefits of the big city and pursue a non-chaotic life style. Lately, I kept paying short visits to Ankara usually for work related purposes: conferences, interviews, exams…
During my last visit, a beloved old friend took me to Laterna, a Greek tavern. It is the cutest place with elegant decoration, live music at the corner yet, calm enough to engage in deep conversations.
The menu and the ambiance confirmed my feeling about Ankara. It is possible to find a Mediterranean corner in the centre of the city. Laterna has the genuine Mediterranean corner in Ankara with Mediterranean touch in taste, soul, music and joy.

We ordered rocket salad, humus and a sort of pickle weed [börülce], the angler stew as main dish. The ambiance was so cosy and our chatting was so deep that we both felt tipsy, I after a small beer and G. with tap water simply. 
The prices were ok and the taste above average. I really loved Laterna not only because I had good time there or I deeply enjoy Mediterranean food in general about all of them, plus the cosy ambiance felt so great. 




15 Kasım 2010 Pazartesi

Tajine Wa Tanjia- Rabat

Tajine Wa Tanjia, Rabat merkezde, hemen garın arkasındaki otoparka 2 dakika yürüme mesafesinde otantik ama fiyatları uçmamış bir restoran. Reviewlarda okudugum kadarıyla  bir aile işletmesi.
Mekan hakkında izlenimlerim olumlu ama yemekler hakkında aynısını söyleyemeyeceğim. Daha doğrusu, ben Fas yemeklerine bayılmadım. Soslar, acılar, baharatlar beklerken her şey fazla yağlı ve tatsız geldi bana.
Oranın ünlü yemeği Tajine imiş. Tajine isimli tahta yayvan, güveçlerin içinde, tavuk, kırmızı et veya sebze. Ben ismi otantik olsun diye, berber usulu tajine istedim, haşlanmış kemikli et, kabak ve patates geldi. Eminim cok sağlıklı ama bunun neresi otantik?.
Yanımda oturan Fransız kadın, daha 5 dakika önce, Fas mutfağının ne kadar özel olduğundan, Tunus ve Cezayir mutfakları gibi Osmanlı etkisinde kalmadığından dem vuruyordu. Yemeği tattıktan sonra ise, ben keşke biraz etkilenseydi dedim içimden. Ama tabii bütün bunlar, benim Fas mutfağından büyük beklentilerim olmasıyla açıklanabilir. Hemen enseyi karatmayalım, Marakeş nasıldır bilemiyorum. 2011 yılı içinde, çok istediğim Fas gezisini gerçekleştirirsen, onu da yazarım.
Bu arada, Faslılar genel olarak Osmanlı tarafından işgal edilmemiş olmasıyla gurur duyuyor ama Türkiye hakkındaki bilgileri son dönemde artmış. Özellikle başbakanın "one minute" çıkışı,  diğer arap ülkelerinde olduğu gibi orada da etkisini göstermiş. Türkiye'ye israil'e karşı laf söyleyebilen tek müslüman olarak oldukça hava yapıyor oralarda.
Tajine Wa Tanjia'ya geri dönersek, hem yerli halk, hem de turistler tarafından tercih edilmesi etkileyici. Bizim masaya önden gelen salata özelliksiz ama gayet güzeldi. Soyulmuş portakaldan oluşan tatlı hakkında yorıum bile yapmayacağım. Genel olarak ortam, müzik, şarap ve yemekten sonra ikram edilen ıhlamur çayı çok hoştu. 
Yemekler bir yana, kısacık Fas ziyaretim beni çok çok etkiledi, izleminlerimi ayrıca yazacağım zaten.
tabakları çok beğendim, evime istiyorum.



konferansın kahve molasında bile çayı böyle üsten döküyorlardı, neden bilmiyorum

In short, Tajine Wa Tanjia is an authentic restaurant with affordable prices in the very center of Rabat, very near to central train station. Locals as well as tourists were there. I really enjoyed the ambiance, music, wine but the main dish (Berberian Tajine with boiled beef, cabbage and potatoes) did not meet my expectations from Moroccan cuisine. Ironically, I was just told that Moroccan cuisine, never been under the influence of Ottomans like Algerian and Tunusian cuisine, was authentic and very special. Perphaps, I did not taste the specialities yet. I save those for my next trip to Morocco, hopefully a longer and touristic one during 2011. Nonetheless, I am very impressed by my short trip to Rabat and will definetely share my impressions in a different post.

3 Kasım 2010 Çarşamba

manila- banana leaf

Manila'daki kaliteli restoran zincirlerinden biri de BANANA LEAF. Burası 2009'da Filipinlerin en iyi restoranı seçilmiş, ülkenin değişik yerlerinde şubesi bulunan bir zincir.
 Benim hoşuma giden özelliği; lezzet/fiyat dengesi ve servisin hızlılığı oldu. Tabii bir de tabak yerine kullanılan kocaman muz yaprakları!

Asya mutfağını bir araya getiren oldukça zengin bir menü hazırlamışlar. Gözlerim menüde kırmızı köri aradı, göremeyince diğer körili sulu yemeklere yoğunlaştım. Seçmekte epeyce zorlandıktan sonra Malezya usulü Hindistan cevizi sütü içinde körili patatesli tavuk ve Vietnam usulü Çin böreğinde karar kıldım. Beni oraya götüren arkadaşım Sandra ise Tay usulü bir salata söyledi. Sonuç etkileyici.
Burası, tekrar tekrar gelip en çok sevdiğimi bulana kadar her şeyi denemek istediğim bir restoran, bir daha belki geri dönmeyeceğim uzak diyarlarda olması ne yazık! Şu an menüye bakarken bile ağzım sulanıyor. Aklıma takılanlar Tay usulü yeşil köri, patlıcan, tatlı fesleğenli tavuk (gerçi yeşil köri dayanılmayacak kadar acı olabiliyor!), her türlü deniz ürünü ve noodlelar. Merak edenler, daha yakından bakmak isteyenler için resimli menüye buyrun.
İçecek olarak ballı, sütlü, çaylı karışık bir şey söylemem biraz hata oldu, çünkü içtiğim Hong Kong usulü ballı vs. benim gibi tuz delisi biri için ancak tatlı olarak iyi bir seçim olabilir. Olur da, yolunuz düşerse yeşil mango suyundan şaşmayın derim. Fiyatlar da oldukça uygundu, iki kişilik yemeğe yaklaşık 20 dolar ödedik. Fotoğraflardan anlaşılacağı ortam sade ve rahat ortamıyla, yemeklerin lezzeti ve servis kalitesiyle Banana Leaf Manila'da en beğendiklerin arasında.
 



BANANA LEAF is one of the chain restaurants spread around Manila, The Philippines. It was the selected as the best restaurant in the country in 2009.  I really enjoyed the place and highly appreciated the speed of the service, the taste/cost balance, and needless to say huge, green banana leafs used as plate! 
After a meticulous investigation of the menu, I decided on Malayan Chicken Curry with potatoes and Vietnamese style crispy spring rolls and my friend Sandra ordered a Thai salad. 
This is a kind of place, I wish to go back to banana leaf to try out the whole menu and decide my favourites. Just looking at the menu now makes me hungry. I am curious about Thai Green Curry Chicken with Eggplant & Sweet Basil, all kinds of Noodles and seafood. It is a shame that this restaurant is at the other corner of the world where I will probably not return at least for a while. The menu brings together different tastes from South Asian cuisine. To have a look it yourself, pls click
They had interesting drinks as well. The Hong Kong Style mix honey, tea thing would be a nice desert but as a drink it did not really match with the food I was having. Once again, I highly recommend green mango juice. 
The ambiance was cosy and friendly as seen from the photos and the prices worth the value. We paid around 20 $ for two. 

Cosy, modest and tasty! Banana Leaf is definitely one of my favourites in Manila!

23 Ekim 2010 Cumartesi

manila hot pot ya da denizden babam çıksa yerim! Manila Hot Pot Chinese Restaurant

Uzun zamandır baslamayı düşündüğüm bu bloga kısmet manila ortegas centerdaki Podium Mall'daki , Hot Pot Chinese ile başlamakmış.Çince adını yazmak isterdim ama bir türlü bulamadım internette. 
Biraz ortam hakkında bilgi vermek gerekirse, 
Manila Ortegas Center, Metropol Manila'da Pasig City'de yer alıyor ve şehrin finans merkezi. Gökdelenler, oteller, bankalar ve tabii ki alışveriş merkezleri ile dolu bir mahalle. Öyle ki, benim kaldığım The Malayan Plaza otele yürüyüş mesafesinde tam 5 tane alışveriş merkezi vardı. 
Hayatın alışveriş merkezlerine sıkıştırılması -üstelik gelir dağılımının bu kadar eşitsiz olduğu bir ülkede- içimi sızlatsa da, sokakta su buharının içinde yürümek yerine insanların kapalı klimalı yerleri tercih etmeleri çok normal tabii.

Asıl konuya dönersek,  Hot Pot çin restoranında ne yediğimizden ziyade, nasıl yediğimiz önemli. Sağlıklı yemek sloganıyla hizmet veren bu restoran bizim tabirimizle bir "kendin pişir, kendin ye". Nasıl mı? Masalarda, herkesin önünde elektrikle çalışan bir sistem kurulmus. Bu deliklerin içine, su dolu küçük bir kazan koyuluyor, içine de ne isterseniz. Ben deniz mahsülleri ve sebze tercih ettim. Istridye, kalamar, karides, balık ve adını bilmediğim başka su böcekleri yanında noodle, mısır, lahana. Bunlar 100 dereceye getirdiğimiz kazanımızda kaynayadursun, biz de acılı baharat, sarımsak ve soya sosundan oluşan bir sos hazırlama işine girişelim. Sonra kaynayan yemekleri süzgeçten geçirerek sosumuzla karıştırıp bir güzel mideye.Bir de beyaz sarmısaklı bir top vardı, bayıldım. Denizden çıkan bir şey mi derseniz hiçbir fikrim yok!



Ben seçimimden çok memnun kalsam da, ara sıra gözüm yan masada et yiyen tayfaya takılmadı değil. İnce kesilmis dana eti güzel görünüyordu ama et çok fazla sevmediğimden, hele haşlanmış etten cok yiyemeyecegimi düşündüğümden kendi menüme yogunlastım. 
Bu arada suya attığım siyah böceklerin nar gibi, leziz jumbo karidesler olarak bana geri dönmesine hem çok şaşırdım, hem de cahilliğime güldüm. 

Ana yemek sonunda gelen buzlu meyve tabağı idare ederdi. İçecek olarak ise filipinlerin milli içecegi olduguna inanadığım buzlu çay içtim. Fena değildi ama favorim kesinlikle yeşil mango suyu. Ben davetli olduğum için para vermedim ama daha önce giden arkadaşlarımdan tek kişililk menu fiyatlarının 15$ civarı olduğunu öğrendim. Manila standardlarına göre biraz pahalı ama bence değer!

Bu arada Çinli arkadaşım Kong'tan bu tip restoranların Çin'de çok populer olduğunu öğrendim. Manila'nın dünyanın en büyük China Town'una ev shibi yaptığını ve Filipinler milyonlarca Çinli yaşadığını düşünürsek, ilk defa batılılaştırılmış değil de, gerçek bir Çin restoranına gittiğimi söyleyebilirim!

Ben mi cahilim acaba? Türkiye'de, Ingiltere'de, Avrupa'da bu tip bir çin restoranı bilen var mı?

 Hello,
I wanted to start this blog for a long time. Today, I start with the hot pot chinese restaurant in Manila, the Philippines. Situated in the Podium Shopping Mall in Ortegas Center, I was told by my Chinese friend that it is a typical Chinese restaurant where you boil your own food in your individual hot pod inserted into table. 
I mostly ate seafood with some veggies. The ones that I could recognize were shrimp, oyster, fish, squid with noodles, cabbage and corn.

I must admit that it was more fulfilling that I expected and it is indeed healty. I also had a glimpse in the menu with meat, on the other table. Hmmm, the beef looked delicious, though I was happy with my choice of seafood.  The price is around 15$ per person. The icetea that I drank and the desert (iced fruit) were mediocre. 

Maybe it is my lack of knowledge, have you ever encountered this kind of restaurant in Europe, UK, Turkey? I had no idea.